Devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1922
yılında söylemiş olduğu "Türkiye halkı, asırlardan beri hür ve bağımsız
yaşamış ve bağımsızlığı bir yaşama gereği saymış bir milletin kahraman
evlâtlarıdır. Bu millet, bağımsızlıktan uzak yaşamamıştır, yaşayamaz ve
yaşamayacaktır!” sözleri ebediyete
söylenmiş İstiklal Marşımızı da en anlamlı ve güzel bir şekilde ifade
etmektedir.
İstiklâl Marş’ımızı değerlendirirken, yazıldığı devri göz
önünde bulundurmak lâzımdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 12 Mart 1921
tarihinde dört defa ayakta dinleyerek İstiklâl Marşı olarak kabul ettiği bu
şiir, o yılların kutsal ve heyecanlı havası ile doludur. Onu o devir Türk
edebiyatının en büyük sairlerinden biri olan Mehmet Akif yazmıştır. Mehmet Akif
bugün, şiirlerinde sosyal duyguları anlatan, söylediklerini gerçekten duyan bir
şairimizdir. İstiklâl mücadelesinin başladığı ilk günlerden itibaren gazete
yazılarıyla, vaazlarıyla, hutbeleri ve şiirleriyle halkın mücadele bilincine
ulaşması için elinden geleni yapan Mehmet Akif, İstanbul’da durmamış ve
Anadolu’yu belde belde, köy köy dolaşarak İstiklal mücadelemizin önemini
anlatmıştır. Halkın bilinçlenmesinde
faaliyetleriyle büyük emek sarf eden Akif, 1920’de Büyük Millet Meclisi’ne
Burdur Mebusu olarak girmiş ve mücadelenin ruhunu, gerçek mahiyetini bu defa da
halkın mümessillerine anlatmaya çalışmıştır. Çünkü mebusların bir kısmı büyük
ümitsizliğe kapılmışlardır.
İstiklâl Savaşı'na bütün varlığı ile katılan Mehmet Akif
Ersoy, bu savaşa iştirak edenlerin duygu
ve inançlarına bizzat sahip olduğu için, onlara en iyi tercüman olmuştur. Şiiri
söyleyen Akif olmakla beraber, aslında o, kendi beni ile birleştirdiği Türk
milletinin duygu ve inancını dile getirir. Burada Akif'in yaptığı, o yıllarda
en olgun seviyeye ulaşan şiir kudretiyle bu ortak imana, bütün milletin
benimseyebileceği bir şekilde üslûp ve ifade vermek olmuştur.
Mehmet Akif, Ankara’daki günlerini Taceddin Dergâhı’nda
geçirirken, Garp Cephesi Kumandanlığı askerleri şevklendirecek bir marş
yazılmasını arzu etmiş ve Eğitim Bakanlığı bu hususta bir yarışma
düzenlemiştir. Kazanacak şairimize para ödülü verilecektir. Yarışmaya 724 şiir
gelmiştir. Fakat bunlar arasında, mücadele şuurunu istenen idrak seviyesinde ve
istenen belâgatte işleyen şiir yoktur. İstiklâl mücadelesini ebedileştirecek
mısralar, ancak mukaddes değerler uğruna yapılan mücadelenin ruhunu taşıyan ve
bunu bütün benliğinde hisseden bir kalemden çıkabilirdi. İlk akla gelen Mehmet
Akif’ti. Bakan Hamdullah Suphi, Mehmet Akif ‘in marşa ödül koyulması nedeniyle
katılmadığını öğrenince şaire yazdığı mektupta ödül konusunun uygun bir şekilde
çözümlenebileceğini ve yarışmaya katılmasını belirtir: Bunun üzerine zafere en
fazla inanmış ve bu inancı her fırsatta dile getirmiş olan Akif, İstiklâl Marşı
mücadelesini abideleştiren şiiri yazmaya başladı. İman ve ümit Akif’e marşı
yazdıran iki temel güçtür. Taceddin Dergâhı’nda bir gece yarısı yaşadığı his
yoğunluğu esnasında, rivayetlere göre bir kalem aramış, bulamayınca da eline
geçirdiği bir çiviyle bağımsızlık heyecanının doruk noktasına çıktığı
mısraları, hemen kaydetmek telaşıyla duvara kazımıştır:
“Ben ezelden beridir
hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana
zincir vuracakmış, şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim,
bendimi çiğner aşarım.
Yırtarım dağları,
enginlere sığmam taşarım.”
Paltosu olmayan Akif kazandığı beş yüz liralık ödülü yoksul
kadın ve çocuklarına iş öğreterek yoksulluklarına son vermek için kurulan
“Darülmesai “ ye bağışlar.
İstiklal savaşımızı ve o günün şartlarını asla
unutmamalıyız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder